Geçtiğimiz Eylül ayı. Evimizin
üst katındaki balkonda, ayakkabı kutusunun içinde 2 minicik kedi . Birbirlerine sokulmuş
ısınmaya, nefes almaya, daha doğrusu yaşamaya çalışıyorlar. Hava eskisi gibi
değil. Serin ve rüzgârlı. 2 yavru kedi, annelerinin sıcaklığından yoksun hem
fiziksel hem de duygusal olarak üşüyorlar. Biri daha koyu renk ve sanki biraz daha küçük.
İkisinin de henüz gözleri hasta ve kapalı.
On gün kadar önce, yan bahçenin
duvarlarının dibinde bir anne kedinin doğum yaptığını biliyoruz. O yavrulardan
ikisi bunlar. Annenin yavrularını, hiçbir yere değil de bize bırakması anlamlı
mı acaba? Hem de üst kat balkonuna. Diğer hayvanlardan korumak mı istiyor minikleri,
anne kedi? Yoksa, “buradan içeri alın hava serin” mi, diyor? O gün eşim Alican sosyal
medyada bu olayı paylaşmış:
“Bir sarı kedi komşunun bahçesinde
7 tane yavru doğurdu on gün önce. İki
tanesini getirmiş gece balkonumuzdaki kışlık ayakkabı kutusuna koymuş. ”Bu adam
bunlara iyi bakar” demiş. Sabah sabah ince ince, tiz seslerle uyandım. Bunca yıldır kedi bakarım.
Bu bahçede onlarca kedi büyüdü. Hâlâ onlarca kediye de babalık yapıyorum, hiç
bu kadar küçük kediyle karşılaşmadım. Anne kediler yavrularını zaman zaman güvenlik açısından
taşırlar. Özellikle de erkek kedilerden korumak için. Ama bu taşıma işi bazen
iki- üç gün filan sürer. Bütün yavruları bir araya getirmesi onun radar sistemine
bağlı. Eğer onlara dokunursak insan kokusunu alır ve yavrularına bir daha asla
dokunmaz. Uzaktan kontrol eder ama dokunmaz. Bu yavruları annelerine tekrar kabul ettiremezsek bizim bahçede büyürler herhalde.”
Alican, gerçek bir hayvan dostu.
Bulduğumuz bütün kedilere o bakıyor, ben de yardım ediyorum. Besliyor, veterinere
götürüyor. Mama, ciğer alıp hazırlıyor, belirli aralıklarla yediriyor onlara.
Köpekleri de ihmal etmiyor.
Eşimin önerisiyle birkaç gün daha
dışarıda battaniyelere sararak koruyoruz yavruları. Annelerini bekliyoruz. Ama ne gelen
var ne giden.
Ne yapsak bilmiyoruz. Evde
bağışıklık sistemi düşük, kendi hemcinslerine yabancı kedimiz Fındık var. Ama çare yok eve alacağız. Bu
kedileri sahiplenecek kimse yok. Çoğu zaten 4-5 kediye bakıyor. Bir kutu
hazırlıyoruz. İçine sıcak su torbaları, örtü koyuyoruz. Biberon, küçük şırınga,
veteriner arkadaşımızdan aldığımız süt tozu. Hepsi hazır. Bir odayı klimayla ısıtıyoruz.
Artık
evdeler.
Ne yazık ki, yavrular bu ortamda
bile beslenemiyorlar. Su ile karışık süt, yeni doğmuş kediler için süt tozu
deniyoruz, ağızlarını açmıyorlar. Zorla birkaç damla yudumluyorlar. Koyu renk
olanı bir damla ancak yutuyor. Sürekli
uyuyorlar. İncecik bedenleri yine incecik tüylerle kaplı kemiklerden
oluşmuş. İnsan eline almaya korkuyor. Azimle, beslemeye çalışıyor ve bir süre
göğsümüzde yatırıyoruz. Göz doktoru arkadaşımız Hayrettin’in önerisiyle
gözlerine merhem sürüyoruz. İyi gelse de küçük olanın tam açılmıyor gözleri.
İki üç gün sonra ne yazık ki onu, minicik kediyi kaybediyoruz.
Üzüntülüyüz ama,
diğerini yaşatmamız gerek. O yavru için yalnızca biz varız. Kutunun içinde
kardeşini aranıyor. Daha sık avuçlarımızda ısıtarak yalnızlığını
unutturmaya, var gücümüzle hayata
tutundurmaya çalışıyoruz. Bu minik yaşamalı.
Yavru kedi Melek'in öyküsü devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder