22 Aralık 2016 Perşembe

MELEK'İN ÖYKÜSÜ BAŞLIYOR






Geçtiğimiz Eylül ayı. Evimizin üst katındaki balkonda, ayakkabı kutusunun içinde  2 minicik kedi . Birbirlerine sokulmuş ısınmaya, nefes almaya, daha doğrusu yaşamaya çalışıyorlar. Hava eskisi gibi değil. Serin ve rüzgârlı. 2 yavru kedi, annelerinin sıcaklığından yoksun hem fiziksel hem de duygusal olarak üşüyorlar.  Biri daha koyu renk ve sanki biraz daha küçük. İkisinin de henüz gözleri hasta ve kapalı.

On gün kadar önce, yan bahçenin duvarlarının dibinde bir anne kedinin doğum yaptığını biliyoruz. O yavrulardan ikisi bunlar. Annenin yavrularını, hiçbir yere değil de bize bırakması anlamlı mı acaba? Hem de üst kat balkonuna. Diğer hayvanlardan korumak mı istiyor minikleri, anne kedi? Yoksa, “buradan içeri alın hava serin” mi, diyor? O gün eşim Alican sosyal medyada bu olayı paylaşmış:



“Bir sarı kedi komşunun bahçesinde 7 tane yavru doğurdu  on gün önce. İki tanesini getirmiş gece balkonumuzdaki kışlık ayakkabı kutusuna koymuş. ”Bu adam bunlara iyi bakar” demiş. Sabah sabah ince ince, tiz  seslerle uyandım. Bunca yıldır kedi bakarım. Bu bahçede onlarca kedi büyüdü. Hâlâ onlarca kediye de babalık yapıyorum, hiç bu kadar küçük kediyle karşılaşmadım. Anne kediler yavrularını zaman zaman güvenlik açısından taşırlar. Özellikle de erkek kedilerden korumak için. Ama bu taşıma işi bazen iki- üç gün filan sürer. Bütün yavruları bir araya getirmesi onun radar sistemine bağlı. Eğer onlara dokunursak insan kokusunu alır ve yavrularına bir daha asla dokunmaz. Uzaktan kontrol eder ama dokunmaz. Bu yavruları annelerine tekrar  kabul ettiremezsek bizim bahçede büyürler herhalde.”
Alican, gerçek bir hayvan dostu. Bulduğumuz bütün kedilere o bakıyor, ben de yardım ediyorum. Besliyor, veterinere götürüyor. Mama, ciğer alıp hazırlıyor, belirli aralıklarla yediriyor onlara. Köpekleri de ihmal etmiyor.


Eşimin önerisiyle birkaç gün daha dışarıda battaniyelere sararak koruyoruz  yavruları. Annelerini bekliyoruz. Ama ne gelen var ne giden.
Ne yapsak bilmiyoruz. Evde bağışıklık sistemi düşük, kendi hemcinslerine yabancı kedimiz Fındık var. Ama çare yok eve alacağız. Bu kedileri sahiplenecek kimse yok. Çoğu zaten 4-5 kediye bakıyor. Bir kutu hazırlıyoruz. İçine sıcak su torbaları, örtü koyuyoruz. Biberon, küçük şırınga, veteriner arkadaşımızdan aldığımız süt tozu. Hepsi hazır. Bir odayı klimayla ısıtıyoruz. 
Artık evdeler.
Ne yazık ki, yavrular bu ortamda bile beslenemiyorlar. Su ile karışık süt, yeni doğmuş kediler için süt tozu deniyoruz, ağızlarını açmıyorlar. Zorla birkaç damla yudumluyorlar. Koyu renk olanı bir damla ancak yutuyor. Sürekli  uyuyorlar. İncecik bedenleri yine incecik tüylerle kaplı kemiklerden oluşmuş. İnsan eline almaya korkuyor. Azimle, beslemeye çalışıyor ve bir süre göğsümüzde yatırıyoruz. Göz doktoru arkadaşımız Hayrettin’in önerisiyle gözlerine merhem sürüyoruz. İyi gelse de küçük olanın tam açılmıyor gözleri. İki üç gün sonra ne yazık ki onu, minicik kediyi kaybediyoruz.




Üzüntülüyüz ama, diğerini yaşatmamız gerek. O yavru için yalnızca biz varız. Kutunun içinde kardeşini aranıyor. Daha sık avuçlarımızda ısıtarak yalnızlığını unutturmaya,  var gücümüzle hayata tutundurmaya çalışıyoruz. Bu minik yaşamalı.



Yavru kedi Melek'in öyküsü devam edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder