26 Aralık 2016 Pazartesi

BU MİNİK YAŞAMALI!


Yaşatmalıyız.
Şimdi iki kat ilgi gerek. Kardeşinin yokluğunu çekiyor. Besledikten sonra uzun süre göğsümüzde ısıtıyoruz, yürütüyoruz. Temizlenmesi yok. Pati atması yok. Yalnızca bedenini hafif çekerek yürümeye çabalıyor. İki damla biberonla mama emdikten sonra “miyav” diyor ama sesi çıkmıyor. Bulunduğu odada klima hiç kapanmıyor. Sıcak su torbaları kutunun içini ılıtıyor. Üstüne battaniye parçaları  örtüyoruz.  Ye minik, yaşa minik, canlan biraz!
Ayvalık Veteriner Kliniği’nde arkadaşımız Özgür Öztürk’e götürüyoruz. Klinikten kedi dostu, böyle küçük yavruların bakımında deneyim sahibi Merve, bize tavsiyelerde bulunuyor. Yemesi için neler yapabileceğimizi öğretiyor. Antibiyotik yapılıyor direncinin artması için. Sonra, yine evde kutu yaşamına döndürüyoruz.





Ayvalık’ta arkadaşlarla  buluşma yerimiz yakınımızdaki İpek Cafe. Her gün ordayız. Bizimle minik de geliyor. Tabii kutu içinde. Bu arada elden ele arkadaşlar sevgileriyle onu ısıtmaya çalışıyorlar.
Onu yaşatma çabamız hiç hız kesmiyor. Alican'ın gözetiminde besleniyor, okşanıyor, temizleniyor. Ben geç yatıyorum. O yüzden, gece saat 12’den sonra bana teslim. Besliyorum, gazını çıkarıyorum, sıcak sularını tazeliyorum, kucağımda ısıtıp, okşuyorum. Sonra da üstümdekileri kirliye atıp, yenilerini giyiyorum. Çünkü, az sonra Fındık yatağımıza gelir. Miniğin bir hastalığı varsa ona bulaşmasını  istemem. İncecik, yamyassı kemik kemik olan kolu ve patisi gün be gün toparlanıyor. Hareketleniyor. Artık kutuda sağa sola gidiyor. Yatağın üstüne bıraktığımızda tıpır tıpır yürüyor. Bakışları daha canlı, sanki. Bizimle birlikte, arabayla kutu içinde her yere gidiyor. Gittiği yerde herkes seviyor onu. Arkadaşımız Semra “çok bücür bu!” diyor;  Bücür olsun adı bakalım. Ama kimse kalıcı bir ad koymaya cesaret edemiyor. Yaşayacağı kesin değil. İyiye doğru gidiyor ama, veteriner %50 yaşama şansı veriyor.



Artık kutuya tırmanıyor, hattâ kutudan atlıyor, diyeceğim de, “düşüyor” demek daha doğru olur. Biraz daha fazla  emiyor. O biberonu ittikçe, biz inatla tekrar veriyoruz. Parazit ile ilgili bir sorununu keşfediyoruz.  Hemen aşısını yaptırıyoruz. Böyle tam kurtardığımızı düşününürken, birden hareketleri azalıyor. Daha çok uyuyor. Karnı şiş, nefesi hızlı. Çok üzülüyoruz. Acaba aşıdan mı, geçici bir şey mi, diye düşünüyoruz. Ama hiç geçici değil. Her gün biraz daha hastalanıyor.
Bir akşamüstü odasına çıkıyorum. Hareketsiz yatıyor. Elimle dokunuyorum. Hafif ittiriyorum, ne tepki var ne ses. Eyvah! Biraz da kaçarak çıkıyorum odadan. Alican’a söylüyorum. Sessizce o da yukarı kata odasına çıkıyor.  “Ölmemiş, ama ölüyor” diyor. Güya TV’de bir dizi izliyorum. Ara sıra gözlerim doluyor. Alican yanında minik kedinin. 2 saat kadar sonra  sesleniyor: “Selma, gelsene!”
“Hayır gelemem, aramızdan ayrılışına tanık olamam” diyorum.  “Gel, mucizeyi gör” diye yanıtlıyor beni. Koşarak çıkıyorum merdivenleri. Minik, yatağın üstünde bir o yana bir bu yana adeta koşuyor. Miyavlıyor. Cin gibi bakıyor. Gerçekten mucize!





Yaşama dönen Melek’in Öyküsü devam edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder