Yaşatmalıyız.
Şimdi iki kat ilgi gerek. Kardeşinin yokluğunu
çekiyor. Besledikten sonra uzun süre göğsümüzde ısıtıyoruz, yürütüyoruz.
Temizlenmesi yok. Pati atması yok. Yalnızca bedenini hafif çekerek yürümeye
çabalıyor. İki damla biberonla mama emdikten sonra “miyav” diyor ama sesi
çıkmıyor. Bulunduğu odada klima hiç kapanmıyor. Sıcak su torbaları kutunun
içini ılıtıyor. Üstüne battaniye parçaları
örtüyoruz. Ye minik, yaşa minik,
canlan biraz!
Ayvalık Veteriner Kliniği’nde arkadaşımız Özgür Öztürk’e götürüyoruz. Klinikten kedi dostu, böyle küçük yavruların bakımında deneyim sahibi Merve, bize tavsiyelerde bulunuyor. Yemesi için neler yapabileceğimizi öğretiyor. Antibiyotik yapılıyor direncinin artması için. Sonra, yine evde kutu yaşamına döndürüyoruz.
Ayvalık Veteriner Kliniği’nde arkadaşımız Özgür Öztürk’e götürüyoruz. Klinikten kedi dostu, böyle küçük yavruların bakımında deneyim sahibi Merve, bize tavsiyelerde bulunuyor. Yemesi için neler yapabileceğimizi öğretiyor. Antibiyotik yapılıyor direncinin artması için. Sonra, yine evde kutu yaşamına döndürüyoruz.
Ayvalık’ta arkadaşlarla
buluşma yerimiz yakınımızdaki İpek Cafe. Her gün ordayız. Bizimle minik
de geliyor. Tabii kutu içinde. Bu arada elden ele arkadaşlar sevgileriyle onu
ısıtmaya çalışıyorlar.
Onu yaşatma çabamız hiç hız kesmiyor. Alican'ın gözetiminde
besleniyor, okşanıyor, temizleniyor. Ben geç yatıyorum. O yüzden, gece saat
12’den sonra bana teslim. Besliyorum, gazını çıkarıyorum, sıcak sularını
tazeliyorum, kucağımda ısıtıp, okşuyorum. Sonra da üstümdekileri kirliye atıp,
yenilerini giyiyorum. Çünkü, az sonra Fındık yatağımıza gelir. Miniğin bir
hastalığı varsa ona bulaşmasını istemem.
İncecik, yamyassı kemik kemik olan kolu ve patisi gün be gün toparlanıyor.
Hareketleniyor. Artık kutuda sağa sola gidiyor. Yatağın üstüne bıraktığımızda
tıpır tıpır yürüyor. Bakışları daha canlı, sanki. Bizimle birlikte, arabayla
kutu içinde her yere gidiyor. Gittiği yerde herkes seviyor onu. Arkadaşımız
Semra “çok bücür bu!” diyor; Bücür olsun
adı bakalım. Ama kimse kalıcı bir ad koymaya cesaret edemiyor. Yaşayacağı kesin
değil. İyiye doğru gidiyor ama, veteriner %50 yaşama şansı veriyor.
Artık kutuya
tırmanıyor, hattâ kutudan atlıyor, diyeceğim de, “düşüyor” demek daha doğru olur. Biraz daha fazla emiyor. O biberonu
ittikçe, biz inatla tekrar veriyoruz. Parazit ile ilgili bir sorununu keşfediyoruz. Hemen aşısını yaptırıyoruz. Böyle
tam kurtardığımızı düşününürken, birden hareketleri azalıyor. Daha çok uyuyor.
Karnı şiş, nefesi hızlı. Çok üzülüyoruz. Acaba aşıdan mı, geçici bir şey mi,
diye düşünüyoruz. Ama hiç geçici değil. Her gün biraz daha hastalanıyor.
Bir akşamüstü odasına çıkıyorum. Hareketsiz yatıyor. Elimle
dokunuyorum. Hafif ittiriyorum, ne tepki var ne ses. Eyvah! Biraz da kaçarak
çıkıyorum odadan. Alican’a söylüyorum. Sessizce o da yukarı kata odasına
çıkıyor. “Ölmemiş, ama ölüyor” diyor. Güya TV’de bir dizi izliyorum. Ara sıra gözlerim doluyor. Alican yanında minik kedinin. 2 saat
kadar sonra sesleniyor: “Selma, gelsene!”
“Hayır gelemem, aramızdan ayrılışına tanık olamam”
diyorum. “Gel, mucizeyi gör” diye
yanıtlıyor beni. Koşarak çıkıyorum merdivenleri. Minik, yatağın üstünde bir o
yana bir bu yana adeta koşuyor. Miyavlıyor. Cin gibi bakıyor. Gerçekten mucize!
Yaşama dönen Melek’in Öyküsü devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder