29 Kasım 2016 Salı

AYVALIKLI TEKİR KEDİ FINDIK NEDEN BLOG KONUSU OLDU?

       

Fındık, bugün 6 yaşını geçti. O yalnız bizim değil, arkadaşlarımızın da çok sevdiği bir kedi. Eşimin aracılığıyla konuşan bir kedi Fındık. Ayvalıklı Fındık olarak tanınıyor.
 "Ayvalıklı Fındık'ı tanıyor musun?" diye diğer kedilere soran arkadaşlarımız var. Eşimin başlattığı bir oyun bu. Gittiğimiz her yerde zaten hayvanlara ilgi duyduğumuz için, onları hem sever hem de Fındık'ı sorarız. Onlar kendilerine göre yine eşimin ağzından cevap verir:  "Bilemedim abi, kimlerdenmiş?", "Aaa, o tekirgillerden, ben fazla tanımam.", "Çok duydum ama tanışamadım. O pek dışarı çıkmaz" gibi diyalogların sonu gelmez.
Bu blog Ayvalıklı Fındık'ı ünlü yapmak için başlatılmadı. Amaç Fındık aracılığıyla hayvan dostlarımızdan söz etmek. Köpeğiniz mi var, hamsterınız, papağan, muhabbet kuşu, atınız... Dostunuz hangisi olursa olsun, burada onlarla ilgili paylaşımlarda bulunalım. Paylaşımda bulunurken birbirimizin deneyimlerinden yararlanalım. Çok sevdiğimiz dostların anıları, fotoğrafları, adı, öyküsü yazıya geçsin, belgelensin. Aslında paylaşılan  hayvan sevgisi olacak. Hayvan sevgisinin büyümesine katkı sağlarsak ne mutlu bize! 
Bir gün daha güzel bir dünyada "Her şey bir hayvanı sevmekle başladı" diyebiliriz, belki! 
Katılımınızı bekliyoruz.



25 Kasım 2016 Cuma

FINDIK ANKARA'DA


Fındık Ankara'daki evimize geldiğinde ilk kez tam güvenli bir ortamda karnını doyurabileceğini, gezeceğini, uyuyabileceğini farketti mi bilmiyorum. Mama yemeye korkmadan gidebiliyordu ya, en azından bunu anladığını sanıyorum. Tuvalet konusunda kediler bence doğuştan yetenekliler ve içgüdüsel davranıyorlar. Ayvalık'ta Zakkumların arkasına koşan minik tekir kedi Ankara'da  günlerce eğitilmiş gibi kedi kumunu hemen keşfetti. Sonra koklama turları başladı. Uyumadan, neredeyse sabaha kadar evi gezdi. Kediler kendi kokularını çevreye bırakırlarmış. Fındık da bu görevini daha ilk geceden yerine getirdi. 
Ayvalıklı Fındık, kışı Ankara'da geçirecekti. Huzurluyduk. Bize göre çok  da alışmaması gerekiyordu geçici evine. Kim onu sahiplenecekti acaba? Yeğenim mi, arkadaşım mı? Yoksa Veteriner Fakültesi'nin, ya da Mülkiyeliler Birliği'nin bahçesine mi bıraksaydık? Çok da kafa yorduğum söylenemez. Çünkü... çünkü...
Kızım hiçbir fikir ileri sürmeden gözlerimin içine bakıyordu. Fazla direnemedim. "Uğurlu derler, bizde kalsın, bakarız" dedim. Gözleri kocaman kocaman oldu. İnanamadı. Daha sonra da kimse inanamadı. Hayvanlardan ne kadar korktuğumu herkes biliyordu. Ama sevgi tüm korkularımı yendi. Şimdi hayvanlara sarılabildiğim, onlardan korkmadığım ve bir kedim olduğu için öyle mutluyum ki!

23 Kasım 2016 Çarşamba

FINDIK'IN ÖYKÜSÜ


Fındık, Ayvalıklı bir tekir kedi. Son derece yumuşak başlı. Annesi tarafından terkedildiği için anne sütünden yoksun kalmış. Bir gün Ayvalık’taki evimizin bahçesine geldi. Ayaklarını düz tutamıyordu bile. Hayata tutunmasına tabii ki bizim katkımız oldu. Ama o yaşam mücadelesini en çok da kendi çabasıyla kazandı.

Fındık, aslında bitişik komşumuzun çocuklarının bulduğu ve bakmaya karar verdiği bir kediymiş. Cinsiyetini bilmeden ona Gaffur adını koymuşlar. Oysa o zarif bir dişi. Veterinere götürülmüş. Veteriner yaşama şansının olmadığını, uzak bir yere bırakılırsa çocukların bu üzücü durumdan etkilenmeyeceklerini söylemiş. Onlar da sitenin zeytinliklerine bırakmışlar. Fındık (o zamanki adıyla Gaffur) yılmamış. Geri dönmüş ama bu kez ilk evinin bahçesinden bizim evin bahçesine geçmiş. İşte o zaman gördük onu. Öylesine minik, zayıf ve ürkekti ki!  Küçük yüzlü, uzun kuyruklu, sivri kulaklıydı. Bir arkadaşımız, "bu yavrunun kedi olduğundan kuşku duyuyorum" demişti. Onu önce sütle sonra da peynirle besledik. Renklerinden dolayı Fındık adını verdik. İlk zamanlar her gece bir yerlere gidip döndüğümüzde bir başka endişe yaşadık. Ortadan kayboluyordu. Gecenin sessizliğinde çağırsak da ortaya çıkmıyordu. Baykuş, gelincik gibi tehlikeler vardı çevrede. Kalbimiz çarparak aramak zorunda kalıyorduk. Onu ya salıncağın yastıklarının arasında, ya bir saksının içinde ya da bir sehpanın altında buluyorduk. Ayvalık’ın sert rüzgârından da böyle korunuyordu. Tam bir yaşam savaşı veriyordu.

Neden mi eve girmiyordu? İlginçtir.  Hayvanları çok sevmeme rağmen küçük bir köpek yavrusundan bile korkar, bir kedinin dolaştığı ortamda yemek masasında oturamazdım ben. Kedisi ve köpeği olan arkadaşlara gittiğimde onları kapatmak zorunda kalırlardı. Bir arkadaşım bu korkumu yenmemi sağladı. Golden Retriever cinsi büyük köpeği Orli’yi “alışacaksın, başka çaren yok” diyerek bulunduğum odaya aldı. Ben yemek masasını devirdikten sonra, üstüme patilerini koymasın diye iki büklüm dolaşmaya başladım evde. İkinci gün biraz daha dik duruyordum. Üçüncü gün alışmıştım. Ve bir mucize oldu. Ben her türlü köpeğe tanımasam da sarılmaya başladım. Bu korkusuzluğum kediler konusunda da geçerli oldu. Ancak Fındık’la tanıştığımda korkularımdan yeni kurtulmuştum ve bir hayvan edinmeyi düşünmüyordum. Her ne kadar kızım onu benden habersiz odasına alsa da o bir bahçe kedisiydi bizim için. Fındık kendini koruyarak, verdiğimiz yiyeceklerle beslenerek biraz toparlandı. Ankara’ya dönüş zamanı geldiğinde kara kara düşünmeye başladık. Kime bıraksaydık? Kimseyi bulamadık. Bırakamazdık çünkü daha çok küçüktü. Bırakmak ölüme terketmekti. Ankara’da onu sahiplenecek birini nasıl olsa buluruz, diyerek bir taşıma çantası edinip Fındık ile birlikte yola koyulduk. Günün geç bir saatinde Ankara’ya vardığımızda eve girmeden kumunu, mamasını almıştık. Ayvalıklı tekir kedi Fındık geçici evine böyle geldi.

Sonra? Sonrası bir başka yazıya…